NİLÜFER HATUN İMARETİ (İZNİK MÜZESİ)

    Bugün İznik müzesi olarak kullanılan içinde Eski Çağ, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri vardır. Yeşil Cami’nin batısındadır. I. Murat tarafından 1338’de Annesi Nilüfer Hatun adına yaptırılmıştır. Ters “I” planının cami dışındaki bir yapıda kullanıldığı ilk örnektir. Önünde sütunlu ve payeli bir revak vardır. Tepesinde aydınlatma feneri ile kapalı avlu geleneğini sürdüren büyük kubbeli kısımdan sonra gelen az yüksekçe kısım, mescid bölümüdür.

ANTİK ROMA TİYATROSU

İznik Antik Roma Tiyatrosu
    İznik’in güney batısında, Saray bahçe veya Eski Saray denilen yerde, antik roma tiyatrosu bulunmaktadır. İznik surlarının 90 m. kuzeyindeki bu tiyatro, Anadolu’da ayakta kalmış tiyatroların en önemlilerinden birisidir. Roma İmparatoru Traianus (97-117) zamanında eyalet valisi Pilinius Csecillius Secunds (62-113) tarafından yaptırılmıştır. Vali Pilinius İmparator Traianus’a yazmış olduğu mektuplarda tiyatronun yapımının tamamlanabilmesi için 10 milyon sesterzene ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber bu ödenek de yeterli gelmemiş, ek ödenek de Romalılarca temin edilmiş ve tiyatro tamamlanmıştır.
    Roma döneminden sonra VIII.yüzyıl başlarında gelişen Arap ordularına karşı önlem olmak üzere Bizans İmparatoru III.Leon ile IV.Constantinius tiyatronun kesme taşlarını söktürerek surları takviye etmişlerdir. Bu arada Cavea’ya (oturma kademelerine) ait taşlar surlarda kullanılmıştır.
    Tiyatro düz bir alana kurulduğundan oturma kademelerini Roma tiyatro mimarisinde görüldüğü gibi 19 galeri taşımaktadır. Bu galerilerin 12’si beşik tonozludur. Bu tonozlu galerilerin aralarında ölçü farklılıkları bulunmaktadır. Tonozların en yüksek noktası 6 m.yi bulmaktadır. Oturma kademelerinde kullanılan kesme taşların bazıları İznik surlarından getirtilmiştir. Tiyatronun iç ve dış yüzleri büyük bloklar halindedir. İçeride kalan bölümler moloz taş, kireç ve kum ile takviye edilmiştir. Tiyatro doğu-batı yönünde 84 m., kuzey-güney yönünde de 63 m. genişliğindedir. Tiyatronun kuzeyinde bulunan skene (sahne binası) son kazılarda ortaya çıkarılmıştır.İznik’te tiyatroya ait mimari parçalarına, kitabelerine, tiyatro masklarına surlarda ve konutların duvarlarında rastlanmaktadır.
   XIX.yüzyılda gezginler tiyatro kalıntılarından söz etmiş ve bazı krokilerini de çizmişlerdir. W.Sahm burasını saray kalıntısına, Domenico Sestini su deposuna, Papadopulos hapishaneye benzetmiş, ilk kez R.Pococke kalıntıların tiyatroya ait olduğunu bildirmiş ve krokisini çizmiştir.
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Doç.Dr. Bedri Yalman, bu tiyatroda 1980’den beri arkeolojik kazı yapmaktadır.

ROMA ANTİK TİYATROSU İLGİ BEKLİYOR

Milattan sonra 8. yüzyılda İslam Ordularının kuşatması nedeniyle taşları sökülerek surların güçlendirilmesinde kullanılan Marmara Bölgesi'nin en ihtişamlı ve yoğun seyirci imkânına sahip İznik Antik Roma Tiyatrosu ilgi bekliyor. Bithynia Krallığı döneminde yapılan Roma Antik Tiyatrosu yapılan kısa süreli kazı çalışmalarının ardından kaderine terk edildi. Yaklaşık 20 bin seyirci kapasitesine sahip olan tiyatro, Bizans döneminde Latin istilası sırasında toplu mezar olarak kullanılmış. Yaklaşık 30 yıldır belirli aralıklarla sürdürülen kazı çalışmalarında bir sonuca ulaşılamayınca çalışmalar 2 yıl önce sonlandırıldı. Atıl haldeki bu yapı, 2006 yılı içinde Kültür Bakanlığı'nın izniyle kurtarma kazısı şeklinde bir çalışma yapılmış. Restorasyon ve kurtarma kazısı bitirildiğinde ise TÜRSAB tarafından gerekli projeleri yapılacak olan 'Roma Antik Tiyatrosu'nda bir türlü istenen çalışmalar yapılamadı. İznik Müzesi Müdürü Yusuf Demirci, Uludağ Üniversitesi tarafından yapılan kazı çalışmalarının 2 yıl önce sonlandırıldığını belirterek, 'Şu anda tiyatroda yalnızca bizim ekipler tarafından yapılan temizlik ve çevre düzenlemesi çalışmaları var. Bu kapsamda görüntü kirliliğine sebep olan görüntüler kaldırılıp, düzenleme yapılmakta. Ayrıca etrafına tel örgü çekerek güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz.' dedi. 'Roma Anfi Tiyatrosu'nun üniversitelere kazı ve araştırma çalışmaları için verilebileceğini anlatan Yusuf Demirci, 'Bu tarihi tiyatro daha iyi değerlendirilmek ve çalışma yapılmak üzere üniversitelere verilme gibi düşünceler olabilir. Çünkü bunu bizlerin yapması imkânsız. Eleman ve ekipman yetersizliği nedeniyle bizler bunun altından kalkamayız ancak üniversiteler bunu daha iyi değerlendirebilir.' şeklinde konuştu. Korunmasız ve bakımsız durumdaki 'Roma Anfi Tiyatrosu'nda büyük deformasyonunda yaşandığına işaret eden Demirci, korunmaması durumunda, define avcıları tarafından da yapılabilecek kaçak kazılarda da bu tarihi yapının büyük oranda hasara uğrayacağının altını çizdi. (CİHAN)

Ayasofya Müzesi-Camii

     Şehrin fethinden sonra 1331 yılında bir cami kompleksi yapılmadan önce Sultan Orhan tarafından camiye çevrilen ve ünlü konsilin kilisesi olarak tanınan Ayasofya’da yer almaktadır. Aynı dönemde Sultan Orhan, kilisenin yanına Osmanlı İmparatorluğunda bir ilk olan medrese inşa etmiştir. Kilisenin tahrip olan güney tarafında kurulan medresenin kalıntıları bulunmaktadır. Tahrip olan kilisede Osmanlı dönemine ait izler çoğunluktadır. Bu izler farklı dönemlere aittir. Kapı ile güney kanat arasında bulunan kıble duvarının içerisinde mihrap bulunmaktadır. Kıble ve mihrap duvarı kırma taşlardan oluşturulmuştur. Bu taşlar arasında geniş harçlar bulunmaktadır. Kıble duvarı ve mihrap kubbe şeklinde bombelendirilmiştir. Daha sonra mihrabın altı 24×24 boyutunda fayanslarla döşenmiştir. Mihrabın dışı geometrik desenlerle süslenmiştir. Niş’in doğusunda yuvarlak bir cam vardır. Kıble duvarı kilisenin camiye dönüştürülüş esnasında oluşturulmuştur. Kilisenin camiye dönüştürülüş esnasında kullanılan teknikler bu caminin erken Osmanlı döneminde yeniden yapılandırıldığına işaret etmektedir. Aynı zamanda, güney tarafında bugün maalesef yalnızca duvar temeli kalan minarenin tuğla örülüş şeklide caminin erken Osmanlı döneminde oluşturulduğunu kanıtlamaktadır. Caminin orta alanındaki aramalarda mermer kalıntıları bulunmuştur. Bunların sultan locasının parçaları olduğu düşünülmektedir. Cami’de, Bizans sanatının mimari özellikleri ile Osmanlı sanatının mimari özellikleri bir arada bulunmaktadır. Minber çok ünlü bir Arap içyapı ressamı tarafından yapılmıştır. Ressam sadece çiçek ve meyve motiflerini değil Asya’nın çok farklı mimari özelliklerini kullanmıştır. Mihrap ile karşılıklı doğu tarafında 5 m. yüksekliğinde bir pavilyon mevcuttur. Bu pavilyon 2 m. çapında üç tane granit taş tarafından taşınmaktadır. Aynı zamanda bu pavilyonun üstü seçkin süslemeler ile bezenmiştir. Batı duvarının üzerinde çeşitli levhalar vardır. Bunların üzerinde İslam dinini ifade eden yazılar mevcuttur. Ayrıca Sultan Orhan’ın kendi el yazısı ile yazmış olduğu bir hutbe mevcuttur. Büyük kapının yanında ise yeşil taş ile kaplanmış kabartmalar İslam inancını tanımlamaktadır. Osmanlı hükümdarlığı sırasında Ayasofya içerisinde çok sayıda değişiklik yapılmıştır. Bu dönemde kemer açılımları genişletilmiş, daha sivri kemer geçişleri sağlanmıştır. Tüm bu değişikliklerle Bizans mimari yapısının özellikleri, Türk mimari yapısının özelliklerine dönüştürülmüştür. Kanuni Sultan Süleyman’ın yetkilendirmesi sonucu Mimar Sinan’ın yangın sonrası caminin onarımını yaptığı düşünülmektedir. 17. yüzyılda iç mimari yenilenmiştir. Daha önceki çini kaplamaların izleri düzenlemeden sonra bile kıble duvarında ve mihrapta görülebilmektedir. Aynı desenleri ve renkleri taşıması nedeniyle Eşref Rumi Cami’nin çinilerinin yapımı sırasında Ayasofya Cami’nin çinilerinin de yapıldığı düşünülmektedir.

Gezilecek Yerler

Tümülüs, Kaya Mezar ve AnıtlarıBerber Kaya: İznik’in doğusunda yer alan bir tepenin eteğindedir. Yek pare kayadan oyulmuş büyük bir oda şeklinde mezar anıtıdır. Zemininde mezarlar bulunmaktadır.M.Ö. II. yüzyıla ait olup Hellenistik dönemin İznik’teki önemli bir örneğidir. Devasa boyuttaki bu lâhdin Bithynia Kralı II. Prusias’a ait olduğu öne sürülmektedir.

Beştaş (Obelisk): Kentin kuzeyinde bağlar arasında yükselen bu mezar anıtı, eski Roma yolu üzerindedir. Beştaş, Nişantaşı, ve Dikilitaş adları ile de bilinmektedir. Üzerindeki Yunanca kitabeden I. yüzyılda C. Cassius Philiscus’a ait olduğu anlaşılmaktadır. Anıtın tepesindeki altıncı taşın üzerinde bir kartal veya zafer tanrıçası Nike’nin heykeli olduğu sanılmaktadır. Anıtın bir yönünde ise Philiscus’un heykeli olduğu kalan izlerden anlaşılmaktadır. Mezar anıtı 12 metre yüksekliktedir.

Hypoge: Elbeyli Beldesi’nin Hespekli mevkiinde benzersiz bir yeraltı mezarıdır. IV – V. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Tavanı ve duvarları erken Hıristiyanlık döneminin tipik renkli freskoları ile kaplıdır. Mezar odasında üç adet mezar yer alır.

Dörttepeler Tümülüsü: Elbeyli Belediyesi mezarlığı içindedir. Tümülüs’te iki anıt mezar belirlenmiştir. İlk mezar yol kenarındadır. Dromosiu dikdörtgen mezar odası ile iki yanında ikişer kilisesi bulunmaktadır. Diğer mezar İse beyaz mermerden yapılmış mezar odası ile kaba taş ve ağaçlarla örtülüdür.

Diğer Tarihi Kalıntılar

Senatüs (Bizans sarayı): Sarayın 4. yüzyılda yapıldığı katî olup halen göl suları tarafından örtülmüştür. Zemin mozaikleri toprak altında mevcut olup Hristiyanların Teslis ve İsa’nın ulûhiyeti,insaniyeti münakaşalarını yapan 318 papazın ilk Konsili 325 yılında burada akdolunmuştur. 787 yılında Ortodokslar arasında Azizlerin tasvirleri hakkında çıkan ihtilâfın münakaşası için toplanan 7. Konsil de burada toplanmıştır.

Surlar: İznik’in çevresini beş kenarlı çokgen şekilde kuşatan surlar 4970 metre uzunluğundadır. İznik’in iki ana caddesinin kesiştiği noktadan bakıldığında, dört ana kapı görünür. Hellenistik dönemde inşa edilmeye başlanan surlar, Roma ve Bizans dönemlerindeki yeni ilavelerle günümüzdeki şeklini almıştır. Kentin dört ana kapısından günümüze Lefke Kapı ile İstanbul Kapı sağlam ulaşabilmiştir. Yenişehir Kapı kısmen, Göl Kapı tamamen yıkıktır. İstanbul Kapıda tiyatrodan getirilen masklar bulunmaktadır, İstanbul ve Lefke kapısında mermer kabartma friz parçalarının da kullanıldığı görülmektedir.

Tiyatro: İznik Antik Tiyatrosu göl kıyısı ile Yenişehir Kapı arasında geniş bir alana inşa edilmiştir. Tiyatro, İmparator Traianus döneminde Bithynia prokonsülü (valisi) Plinius’un çabalarıyla 111-112 yıllarında yapılmıştır. Tiyatro, XIII. yüzyılda toplu mezarlığa dönüştürülmüştür. Daha sonraki yıllarda içinde kilise, saray ve Osmanlı seramik atölyeleri ve çini fırınları yapıldığı, yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır.

Böcek Ayazma: Koimesis Kilisesi yakınındadır. Üstü kubbe ile örtülü, yuvarlak bir yapıdır. Hyakinthos Manastırının bir bölümü olduğu sanılmaktadır. Ayazma VI. yüzyıldan günümüze sağlam gelmiş eserlerdendir.

Kilise ve Camiler

Koimesis Kilisesi: Piskopos Hyakinthos tarafından VIII. yüzyılda yaptırılmıştır. Hyakinthos Manastırı’nın bir bölümü olduğu sanılmaktadır. 1065 depreminde yıkılmış, Koimesis Kilisesi kalıntıları ancak ilavelerle tamir edilmiştir. Kilisenin mozaikleri ve ikonaları 1807′de İznik Metropoliti Daniel’in isteği üzerine yenilenmişti.

Ayasofya Kilisesi: İki ana caddenin kesiştiği yerde, kentin tam ortasındadır. Bizans dönemi eseridir ve tahminen XI. yüzyıldaki depremden sonra yenilenmiştir. 1331 yılında Orhan Gazi Camii adını almıştır. Deprem ve yangınlarda tahribe uğramıştır. XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından büyük ölçüde değişikliğe uğratılmış ve yenilenmiştir. Bir mezar odası duvarında Hz. İsa freski bulunmaktadır. VII. Konsil’in toplandığı yerdir. Bu nedenle inanç turizmi için önemli bir merkezdir.

Hagios Tryphonos Kilisesi: İstanbul Kapıya giden caddenin sol tarafındadır. Birkaç duvar ve döşeme mozaiklerinden parçalar bulunmuştur. Duvar tekniği ve planı kilisenin X – XII. yüzyıllarda yaptırılmış bir Bizans eseri olduğunu göstermektedir.

Ayatrifon Kilisesi: Yenişehir Kapı’ya giden caddenin sağındadır. Plan, İstanbul’daki Kariye Camine benzer. Planına göre büyük bir kubbe ile örtülü olduğu ve tabanının çok süslü mozaiklerle kaplandığı anlaşılmaktadır. Kilisenin XIII. yüzyılda Teodoros Laskaris tarafından, Aya Trifon adına yaptırdığı sanılmaktadır.

Hacı Özbek Cami: İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı camisidir. Üstü 8 metre çapında kiremit kaplı bir kubbe ile örtülüdür. 1333 yılında inşa edilmiştir.

Yeşil Cami: İznik’in sembolü olan Yeşil Cami, adını yeşil çinili ve tuğlalı minaresinden almıştır. Caminin yapımını Çandarlı Hayreddin Paşa 1378 yılında başlatmış, fakat ölümü üzerine oğlu Ali Paşa 1391′de tamamlatmıştır. Erken Osmanlı döneminin tek kubbeli camileri arasında en görkemlilerindendir. Eşsiz minaresi caminin sağ köşesindedir. Gövdesi mavi ve yeşil renkli çinilerle zigzaglı mozaik tekniğiyle bezenmiştir. Selçuklu minare geleneğinin ilk dönem Osmanlı sanatına yansımasının önemli bir örneğidir.

Mahmut Çelebi Cami: Çandarlı Hayreddin Paşanın torunlarından Mahmut Çelebi tarafından 1442 yılında inşa ettirilmiştir.

Orhan Bey Camii Ve Hamamı: Cami, Yenişehir Kapı dışında sol tarafta tarlalar arasında kalıntı halindedir. Hamam ise, cami ile surlar arasında bulunmaktadır.

Türbeler

Şeyh Kutbettın Camı Ve Türbesi, Eşref-1 Rumî Camı Ve Türbesi, Yakub Çelebi Zaviyesi Ve Türbesi, Kırgızlar Türbesi , Sarı Saltuk Türbesi, Åandarli Hayrettin Paşa Türbesi, Åandarli Ibrahim Paşa Türbesi Ve Imareti, Åandarli Halil Paşa Türbesi, Huysuzlar Türbesi, Ahiveyn Sultan Türbesi, Abdülvahap Sancaktarı Türbesi İznik’in önemli türbeleridir.

Han ve Hamamlar

Rüstem Paşa Hanı: Bu gün evler arasında kalmış duvar kalıntıları halindedir. Yalnız kuzey ve batı duvarının bir bölümü ayaktadır. Yapı XVI. yy. da Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa adına Mimar Sinan tarafından inşa edildiği sanılmaktadır.

İsmail Bey Hamamı: XIV. yy sonları ile XV. yy başlarına aittir. İç mimarisiyle seçkin bir yapıdır.

Haci Hamza Hamamı: Mahmut Çelebi Caminin yanındadır, ikinci Murat hamamı olarak da anılır. XV. yy da inşa edilmiştir.

Meydan Hamamı: l. Murat Hamamı olarak da bilinir. Çifte hamam biçiminde inşa edilmiştir. Hamam XIV. yy sonlarına tarihlenir.

Yeşil Cami

   İznik'in sembolü olan ve en muhteşem kültür varlıklarımızın başında gelen Yeşil Cami, adını yeşil çinili ve tuğlalı minaresinden almıştır. Yapımı 1378'de Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından başlatılmış, ölümü üzerine oğlu Ali Paşa 1391'de tamamlatmıştır. Mimarı Hacı Musa'dır. Erken Osmanlı döneminin tek kubbeli camileri arasında en görkemlilerindendir. Son cemaat yeri sütunlu ve ayaklıdır. Mermerlerden yapılmış caminin mihrabında görülmeye değer ve zengin bir taş işçilik vardır. Uzunlamasına dikdörtgen biçimindeki iç mekânı kubbe ve tonozlarla örtülüdür. Kubbesi 10.5 metre çapında ve kuşunla kaplıdır. Eşsiz minaresi caminin sağ köşesinde yer alır. Gövdesi mavi ve yeşil renkli çinilerle zikzaklı mozaik tekniğiyle bezenmiştir.

 




İznik Çinileri

[Çinili+köşk+62.jpg]14. yüzyılın ortasından 17. yüzyılın sonuna dek İznik’te üretilmiş olan çinilere “İznik Çinisi” denmektedir. 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanpa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur.
İznik’te çini üretimi başlamadan önce Bursa, Edirne, İstanbul gibi kentlerde dinsel yapılarda kullanılan çiniler bu yapıların yakınlarına kurulmuş imalathanelerde üretiliyordu. Bunları üretenler ise yabancı gezgin ustalardı. Bunların yarattığı ürünler için gelişmiş birteknik uygulanıyordu. Bu seramikler beyaz, sert hamurluydu ve son derece zengin motifler içeriyordu. Oysa bu dönemde İznik’te geniş halk kitlelerinin günlük kullanımı için hala yumuşak, kırmızı hamurlu, sırlı kaplar üretiliyordu.
Bunlar ilkin pişirilip slip tekniğiyle bezeniyor, sonra da renkli sıra batırılıp yeniden fırınlanıyordu. Bu çini eşyalara egemen olan renkler mavi, yeşil ve kahverengiydi.
14. yüzyılda Ortadoğu’da çokça görülen Çin porselenlerin özgü desenler İznik’te 1400 dolaylarında kullanılmaya başlandı. Kırmızı hamurlu çiniler İznik çinisinin ikinci döneminde (14. yüzyılın ikinci yarısı ve 15. yüzyılın başları) üretildi.
Sıraltı Tekniğiyle yapılan bu çinilerin astarı beyazdı ve süsleri renkliydi; saydam kurşun sırla kaplıydı. Bunlara egemen renk kobalt mavisiydi. Ayrıca açık mavi, firuze, mor ve yeşil renklere de yer verilmişti.


Sert hamurlu porseleni andıran mavi-beyaz İznik çinilerinin geçmişi 15. yüzyılın ortalarına dek uzanmaktadır. İznik çinilerinin üçüncü dönemi ise 16. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Bu çinilerin beyaz zemini çok temiz ve sert, sırları renksiz ve saydamdır. Bezemeye önceleri koyu mavi renk egemenkeni zamanla bu renk açılmışi daha tatlı bir tona dönüşmüştür.


İznik çinilerinde görülen bu üslup gelişmesi, değişik yörelerden gelen ustaların şehre yerleşmelerine bağlanabilir. Bu gelişmede ustalarla II. Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda açtığı nakkaşhane arasında kurulan ilişkilerin de payı olsa gerektir.


Geç tarihli seramik parçalarında maviden başka soluk turkuvaza da rastlanmıştır. Çini desenlerinde rumiler, hatayiler ve stilize bulut öğeleri yer almaktadır. Göze çarpan bir başka öğe ise hayvan figürleridir.


Aynı döneme tarihlenen bir başka çini grubuna ise “Haliç işi” denmiştir. Bu gruptaki çinileri en belirgin özelliği, küçük yaprak ve çiçeklerden oluşa sarmal dallardır. Bunların üretim yeri tam olarak bilinmemektedir. Bu tür çinilere İznik kazılarında da rastlanmıştır.


16. yüzyılın ortalarında İznik çinilerinin dördüncü dönem ürünlerine, “Şam işi” denem örneklerine rastlanmaktadır. Bunlar geçiş dönemi ürünleridir.






16. yüzyılın ikinci yarısındai yapılarda düz levha çinilerin çok kullanılmış olmasından dolayı, gerek İznik’te gerekse Kütahya’daki imalathanelerde levha çini üretimine ağırlık verilmiş, kase tabak, ibrik, vazo v.b. eşya yapımı giderek azalmıştır. Levha çinilerde mimari bezemeyledaha çok uyuşan canlı ve parlak renklere yer verilmiştir. Bu da İznik çiniciliğinde yeni bir üslubun gelişmesine ve yeni dönemin başlamasına yol açmıştır. Bu dönemin gözde renkleri kobalt mavisi, turkuvaz ve domates kırmızısıdır. Siyah renkse, figürlerin dış çizgilerinde boyaların akmasını önlemek için kullanılmıştır. Bezemede kullanılan örgeler, gül, lale, karanfil, zambak, papatya, sümbül, bahar çiçeği, asma ve servidir. Bunların dışında hançer biçimli yapraklara, Çin bulutlarına, çintemanilere ve madalyonlara da yer verilmiştir.


17. yüzyılın sonlarında çiniciliğin Kütahya’da gelişmesiyle İznik’te çini üretimi durmuş ve giderek yok olmuştur.


İznik Çinilerinin Türleri ve Biçimleri Münakkaş ve "Sade" Çini Kaplar


Günümüze kalan İznik çini kaplarının büyük bölümü sıraltı tekniği ile bezenmiştir.


Yazılı belgelerde bezeli kaplardan "münakkaş" ya da "alaca" diye söz edilmektedir.


Belgelerde kavanoz, tabak, sahan, üsküre ve kaselerin yeşil, beyaz, mavi ve sarı olarak da adlandırıldığı görülmektedir.


Müzehheb Çini Kaplar


Belgelerde kimi kaplardan "müzehheb" ve "altunlu" diye söz edilmektedir. 1600 tarihli yazılı belgelerde yaldızlı kaseler "hoşaf kaseleri, müzehheb"; yaldızsız olanlar "altunsuz";


kahve fincanları ise "altunlu" ya da "sade" diye nitelenmektedir. Yine bu dönemden kalma birçok tabakta bitkisel desenler üzerindeki sıraltı bezemenin genel çizgilerine pek uyulmamıştır. Oysa 16. yüzyılın başlarından kalma örneklerde daha özenli bir işçilik söz konusudur.


Değerli Taşlarla Bezeli Çini Kaplar


Yazılı belgeler, altınla ya da değerli taşlarla bezenmiş İznik çini kaplarından hiç söz etmemektedir. Osmanlılar bu bezeme tekniğini çin porselenlerini, yeşimleri ve necef taşlarını zenginleştirmek için kullanmışlardır.


Kapaklı ve Metal Parçalı Çini Kaplar


Minyatürlere bakıldığında hemen hemen tüm kapların kapaklı olduğu görülmektedir.


Gövde ile kapak her zaman aynı malzcmeden yapılmıyordu. Seramik kapaklı metal kapların yanı sıra metal kapaklı seramik kaplar da vardı. Bu durum, kase, kavanoz ve sürahiler için de geçerliydi.


İznik atölyelerinde üretilip de günümüze kalan kavanoz ve karafakilere ait seramik kapaklarının sayısı çok değildir. Yazılı belgelerde kapaklı kapların hangi malzemeden yapıldığına ilişkin hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bunların "kapaklı sürahi" ya da "kapaklı kase" diye adlandırıldığı görülmektedir. Kapakları yitik kaplara da "bi-kapak" denmektedir.


Boyutları ve Nitelikleri Farklı Çini Kaplar


Yazılı belgelerde en çok boyuta ilişkin nitelemelere yer verilmiştir. Büyük boy kaplar için "büyük", "battal", "kebir" ve "büzürk": orta boy kaplar için "miyane", "vasat" ve "orta":


küçük boy kaplar için ise, "sagır", "küçük/küçek", "kiçi" ve "hurda" denmiştir.


Kimi kapların ise "paşa" ya da "sultani" diye sınıflandırıldığı görülmektedir. Paşa üsküresi'nden "paşa fincanı" ya da "sultani üsküre" diye söz edilmektedir.


Dinsel Amaçlı Çini Kaplar


Belgelerde adına rastlanmayan, ancak ömekleri günümüze gelen seramik eserlerinin en önemlileri kandiller ve askı topl~ırdır. İznikli ustaların yarattığı bir başka önemli ürün de ayaklı leğendir. Ayaklı leğenlerin işlevlerine ilişkin bilgi yoktur, ancak bunların yüksek rütbeli kişilerce abdest almada kullanıldığı sanılmaktadır.


Yemek ve Servis Kapları


Tabak: İznik atölyelerinde çokça üretilmiş bir türdür. Bunların biçimleri ve boyutları hakkında hem minyatürler hem de yazılı belgelerden bilgi edinilmektedir.


Sahanlar: Bunlar da İznik atölyelerinin bir başka ürünüdür. Bunların düz dipli, kenarlı ya da kenarsız olmak üzere değişik türleri bulunmaktadır. Minyatürlerden anlaşıldığına göre, seramik sahanların çoğunda metal kaplar bulunuyordu. Belgelerde kapaklı sahanlardan "sahan ma'a serpuş" diye söz edilmektedir. Sahan sözcüğüne ilk kez 16. yüzyıla ait belgelerde rastlanmıştır. Bu sözcük 18. yüzyılın başlarına dek kesintisiz kullanılmıştır.


İznik atölyelerinde üretilmiş diğer seramik kaplar arasında ise tepsiler, kaseler, üsküreler ve tazza'lar yer almaktadır.


Sıvı Madde Kapları


Bunların, büyük ölçüde bardakları, maşrapaları, safaları, fincanları, ibrikleri ve sürahileri içermektedir.


Günümüze Gelen Diğer Seramik Eşyalar


Bunlar, kavanozları, matrabaları, hokkaları, kalemdanları, divitleri (devatlar) ve şamdanları içermektedir.


300 Yıl Sonra İznik Çinilerinin Yeniden Canlanması


İznik, Bursa yakınlarında aynı isme sahip gölün kıyısında, Anadolu'nun kuzeybatısında yer alan bir yerleşim yeridir. Eski zaman medeniyetlerinde de Bithynian bölgesi sırında yer almaktadır. Bir efsaneye göre Hindistan'dan Tanrı Dionysus'un dönmesiyle bu yerleşim yerinin kurulduğu söylenmektedir. Bir diğer efsaneye göre de Büyük Alexander'ın himayesindeki askerler tarafından sömürge haline getirilmiştir.(Milattan önce 356-323)


Antigonas Monophthalmus Milattan önce 316 yılında şehri keşfettiğinde Şehirde Bottiaei halkı yaşamaktaydı ve şehrin adı Elikore idi. Antigonas'dan sonra şehre Antigoneia adı verildi. Ipsus savaşından sonra (Milattan önce 301) Alexander'ın generallerinden biri olan Lysimachos(Milattan önce 360-281) şehri ele geçirdi Makedon lider Antipatros'un kızı karısı Nikai'nin adını verdi. Yüzyıllar içinde Nikaia adı fonetik olarak bir takım değişikliklere uğradı. Önce Nicea ve Türklerin zamanında da İznik adına dönüştü.


Milattan önce 316 yıllarına dayanan tarihinden bugüne kadar İznik birçok kültürel ve mimari olarak değişikliğe uğramıştır. Gerçek anlamda İznik arkeolojik ve tarih anlamında Romalıların, Bizanslılıran, Selçukluların ve Osmanlı Türklerinin tam bir sanat laboratuarı olmuştur.


İznik tuğla ve kireç ocaklarında yapılan kazılarda Prof.Aslanapa ve Prof. Altun bulunan Osmanlı seramiklerinde Selçukluların etkisi olduğunu görmüşlerdir.Yapılan son araştırmalarla ortaya çıkan beyaz sert seramikte kullanılan materyalin Osmanlı döneminde kullanılan yumuşak porselene benzeyen materyalle aynı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Önceleri çaydanlıklarda ve duvar çinilerinde mavi ve beyaz kullanılan ilk renkler olmuştur. 16. Yüzyılda turkuaz kullanılmaya başlanmıştır. Kakma kırmızı Süleymaniye Cami mihrabındaki duvar çinilerinde Osmanlı dönemini yansıtacak tarzda kullanılmıştır. Osmanlı döneminde İznik çinileri ve çömlekleri Türk boyunduruğu altındaki Rodos Adasına ihraç ediliyordu.


Ünlü gezgin Evliya Çelebi 300 atölyenin 17. Yüzyılda İznik'de oluşmasını sağlamıştır. Bu rakam yapılan kazılarda da doğrulanmış ve çinilerin bu şehir için önemini anlatmıştır. İznik'de bulunan bu çiniler için birçok hikaye söylenmektedir. En çok söyleneni ve bilineni Osmanlı İmparatorluğunun etkisiyle Istanbul'daki birçok cami ve türbede çinilerin kullanıldığıdır. 20. Yüzyıl başlarında İznik nüfusu içlerinde çiftçilik ve ipek üretimiyle uğraşan Yunan ve Ermeniler olmasına rağmen giderek daha da Türk olmaya başlamıştır.


Türk Kurtuluş Savaşı sırasında İznik çalkantılı bir dönem geçirmiştir. Şehir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, yanmış ve halk kaçmak zorunda kalmıştır.


Türklerin bağımsızlığını ilan ettikten sonra Yunanistan ve Trakya'dan gelen göçmenlerin yerleşim alanı haline gelmiştir.


İznik çinileri aşağıdaki sebeplerden dolayı tüm dünyanın önemini kazanmıştır:
  • İznik çinilerinde temel renk olarak açık beyaz ve arka planda kullanılarak yapılmış ve kendine has bir teknik ile oluşturulmuştur.
  • İznik çinilerinin yüzde 70-80 i kuvars ve kuvarsitten yapılmıştır. Bir araya getirilmesi güç olan üç farklı kuvarsın ve sırrın bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu karışım 900 derecelik bir ısıda bir araya getirilmektedir.
  • Yapılan uzun araştırmalardan sonra çinilerdeki ısıyla oluşabilecek sorunlar kuvars ve kaya kristalleriyle çözülmüştür. Sonuçta elde edilen çini birçok taşın bir araya gelmesiyle oluşan kuvarsdır.
  • Genel seramik kurallarına karşı olarak oluşturulan yöntemle yapılmaktadır. Bu da sıcak, soğuk ve dondurulmuş ortamda diletasyonla gerçekleştirilmektedir.
  • İznik çinileri birçok tayın birleşimiyle oluştuğu için birçok rengin de armonisini taşmaktadır. Bunlar koyu mavi Iapis Iazuli, turkuaz mavisi, koralın kırmızılığı ve yeşimin yeşili gibi.
  • Çinilerde yer alan bazı renkleri örneğin koral kırmızısı gibi elde etmek çok zordur.Elde edilen bütün renklerin yanısıra kornea beyazı ve opak rengi de kullanılmaktadır. Opak renginin kullanılması ışığın emilinip farkı ışık kırılmalarına yol açarak görüntülerin ve renklerin daha iyi ortaya çıkmasına neden olmaktadır.Ayrıca sözkonusu bu rengin kullanılması çinilerin korunmasına da yardım etmektedir.
  • Çinilerin üzerindeki yazılımlar İslam filozofisini net olarak yansıtmaktadır.
  • Vakıf araştırmacıları İznik çinilerinin gizemini çözmek için klasik İznik çini dizaynından faydalanmaktadırlar. Ürünlerin incelemesinden de anlaşılacağı üzere geleneksel teknolojik metotlar hala günümüzde kullanılmaktadır. İznik çinilerinin özelliklerini bozmamaları için İznik Vakfı 16. Yüzyılda kullanılan tüm teknik detayları kullanmaya devam ettirerek çinilerin özelliklerini yitirmemesi için gerekeni yapmaktadırlar.
  • İznik çinileri için kullanılan seramik teknolojisi doğal bir sentez sonucu ortaya çıkarılmış ve korunması için de gerekli özen gösterilmektedir.
  İznik Çinileri 1989 yılında yeniden önem kazanmıştır. İznik'te konuya ilişkin sempozyumlar, uluslararası sergiler düzenlenip, konuya ilişkin iki kitap basımı yapılarak konunun yeniden gündeme gelmesi sağlanmıştır.


Bugün İznik Çinileri


İznik Çinileri 16. Yüzyılda önem kazanarak kullanılan teknik ve görünüm itibariyle dünya müzelerinde yer almaya başlamıştır.


İznik tuğla veya kireç ocaklarında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün 20 ylll aşkın süredir yaptığı kazılarla İznik Çinilerinin yapımındaki sanat ve kullanılan teknikle ilgili ipuçları bulunabilmiştir. 1996 yılında kurulan Çini Atölyeleri, 1993 yılında kurulan İznik Vakfı ve 1995 yılındaki Çini ve Seramik Araştırma Merkezi 16.yüzyılın çinilerini yansıtmaya faydalı olmuştur.


Ayrıca eski mezarlarda da yapılan kazılarda bazı çini örneklerine de rastlanmıştır.


Çinilerin değerliliği taşıdığı yüzyıl ve kullanılan materyallerle giderek önem kazanmıştır.


Yapılan kazılarda görülmüştür ki çinilerin oluşturulması için kullanılan materyaller seramikte kuvarsın kullanılmasıdır.


Sonuç olarak birçok araştırma merkezleri ve bilim adamları İznik Çinileri üzerine araştırma yapmak üzere yönlendirilmişlerdir.


İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye'deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü (İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika'da Massachusetts Araştırma Enstitüsünü ve Princeton'da yer alan araştırma enstitülerine desteklemektedir.


Bugün, İznik çinileri birçok eski ve yeni binaların dekorasyonunda kullanılmaktadır.


İznik Vakfı dünyaya çini sanatını tanıtmak, gelecek nesillere bu mirası taşımak ve eğitim programlarına dahil etmelerini sağlamak üzere kurulmuştur. İznik Vakfı üç birimden oluşmaktadır: Meslek Okulu Merkezi, Çini-Seramik Araştırma Merkezi ve Seramik Atölyeleri. Ayrıca Kuruçeşme İstanbul'da da bir iritibat bürosu bulunmaktadır.




Vakfın temel amacı 16. yüzyılda yapılan Çinileri birebir olarak üretmek değil onun orijinaline yakın üretimlerini sağlamaktır.


İznik Çinilerinin üretiminde bugün 16.yüzyılda kullanılan teknolojiye sadık kalınmış ve dünyada aldığı ününün kaybolmaması için özen gösterilmektedir. Ayrıca İznik Vakfı kazıları, arkeolojik alanda yapılan araştırmaları ve İznik'in tarihinin korunması için de gerekli desteği vermektedir. Başka bir aktivitesi de Türkiye ve Yurtdışında müzelerde yer alan çinilerin korunmasını sağlamaktır.


İkinci İznik Çinileri Sergisi 1999 yılında, birinciden on yıl sonra, yapılması planlanmıştır. Bu sergi Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yılı etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirilecektir.


Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan 70 genç yetiştirilip mezun edilmiştir. Sözkonusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve Yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. Arıca Vakıf İznik'te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı planlamaktadır.


Orhan Gazi(1326-1362) Osmanlı İmparatorluğunda ilk medrese'yi (teknik okul) bulan kişi olarak bilinmektedir.


İznik, Bursa, Akaçaova, Sapanca ve İzmit'te ilk din alimlerini (müderris) yetiştiren medreseleri kurmuştur. Bunlar Osmanlı İmparatorluğunda yeni eğitim merkezlerinin açılmasına da ön ayak olmuştur.


1331 de İznik'te ilk medrese ve cami kurulmuştur. Davudu Kayseri 1333 yılında ilk müderris ünvanını almıştır. Daha sonra bu medreseyi, 1357 den önce inşa edilen ve hala özelliğin koruyan Süleyman Paşa Medresesi ve Bursa'da Yeşil Caminin kuzeyinde bulunan Hayrettin Paşa Medresesi takip etmiştir.


İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.

Ayasofya camii-İznik

Restore edilmeden önceki görüntüsü


Restorasyondan sonraki görüntüsüDosya:Ayasofya Iznik 902.jpg

Duygu,düşünce,öneri ve şikayetleriniz için alt kısımdaki bölümü doldurabilirsiniz.

İznik Gölü

Marmara Bölgesi’nin Güney Marmara Bölümü’nde, en büyük, Türkiye’nin ise beşinci büyük doğal gölü olan İznik Gölü, tektonik bir tatlı su gölüdür. Marmara Bölgesi’nin doğu-batı doğrultusunda peş peşe dizilmiş çukur sistemlerinden Pamukova-İznik-Gemlik Körfezi çöküntü alanı sırasının orta kesimindeki tektonik kökenli bir çukurun dolması ile oluşan göl, elips şeklindedir. Kuzeyinde Samanlı Dağları, güneyinde Avdan Dağı vardır. 298 km2’lik yüzölçümü ile Marmara Bölgesi’nin en büyük gölüdür. Uzunluğu doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 32 km., en geniş yeri 11.5 km.dir. Derin göllerden olan İznik Gölü’nün büyük kesiminde derinlik 30 m.yi aşmaktadır. Gölün güney kıyısının açığında kıyıya paralel olarak 13 km. boyunca uzanan bir çukur bulunmaktadır. Yaklaşık 60 m. derinliğindeki bu çukurun en derin yeri 65 m.yi bulur. Gölün su yüzeyi ise deniz seviyesinden 85 m. daha yüksektedir.
    İznik Gölü’nün su toplama alanı 1.246 km2’dir. Göle su taşıyan akarsuların en önemlileri kuzeydoğudaki Karadere ile güneybatı kesimine akan Kocadere adı ile bilinen Sölöz Deresi’dir. Göl bunlardan başka dipdeki karstik kaynaklar ve yağmur suları ile de beslenmektedir. Karsak Suyu gölün fazla sularını Gemlik Körfezi’ne boşaltır. Karsak Suyu aslında doğrudan İznik Gölü’nden çıkmayıp, gölün güneybatısında bulunan birkaç metre yükseklikteki çakıl ve kum setinden sızan sularla oluşur. İznik Gölü 1990 yılında Sit Alanı ilan edilmiştir.Göl bütünüyle tarım alanları ve zeytinliklerle çevrilidir. Tarım alanları için gölden su alınmaktadır. 1963’te gölün batısındaki seddenin yapımı sonucunda 416 ha sulak alan kurutulmuştur. Su tutma amacıyla da yapılan bu sedde, gölü kısmen bir rezervuara dönüştürmüştür. Gölde sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak ve gece balıkçılı ile önem kazanmıştır. Nedeni tam bilinmemekle birlikte, İznik Gölü kış aylarında önemli sayıda su kuşu barındırmamaktadır. Yine de, İç Anadolu gölleri donduğunda kuşlar için önemli bir sığınak oluşturduğu söylenebilir Antik Çağda Ascania Limne olarak anılan İznik Gölü, Homeros´un ünlü İlyada´sında da yer alır. 1648 yılında İznik’e gelen Evliya Çelebi ise Seyahatnamesi’nde buradan; “Burası beşinci iklimin yaşandığı yerdir.Suyu ve havası çok güzeldir.Bu gölün çevresinde 45 tane köy vardır ki, bunlar bağlı bahçeli, camili, hamamlı, küçük birer çarşılı mamur köylerdir. Bu gölün suyunda civar ahali çamaşır yıkar.  Hiç sabun sürmedikleri halde yine de bembeyaz olur. Bu gölde 70 çeşit balık bulunur” diye söz etmiştir. Gölün batısında,Türkiye´nin en geniş ve en güzel piknik alanları bulunmaktadır.Bir tarafı çamlık diğer yanı tertemiz gölü, Türkiye´nin her yerinden binlerce insanı çeker kendisine. Günü birlik dinlenme alanları dışında çadır turizmine de açıktır. Burada hertür sosyal tesisler bulunur. Gölün bu bölgesi, 1950´li yıllara kadar bataklık idi.Yapılan çalışmalar ile suyun taşması engellenmiş ve bataklık kurutulmuştur. Gölde, Karabatak, Tepeli Kutan, Küçük Balaban, Gece Balıkçılı Alaca Balıkçıl, Çeltikçi, Erguvan Balıkçıl, Angıt, Macar Ördeği, Yılan Kartalı ve Martı türü kuşlar bulunmaktadır.

                      

    Gölde Yayın, Aynalı Sazan ,Tatlı Su Yılanı, İlik Balığı, Tatlı Su Levreği, Gümüş Balığı, Ördek, Kızıl Kanat yetişmektedir. Gölde yosun ve bitki türleri de zengindir. Dipte pamuk veya üstüpü şeklinde açık yeşil renk bir yosun türü yaygındır. Bu yosun suyun çalkalanmasını ve göl suyunun oksijeninin azalmasını önler.Balıkların beslenmesini sağlar. Sulama ve avcılık yanında çamaşır ve bulaşık yıkamada,duş almakta,yemek ve çay yapımın da,suyun sodalı oluşu nedeniyle vücuttaki yara bere, sivilcelerin tedavisinde, içilerek mide hazımsızlığının giderilmesinde kullanılmaktadır. Genelde tarım yapılan göl çevresinde az yükseklikli kayalar ve tepeler bulunmaktadır.


İstanbul Kapı


İstanbul Kapısı İmparator Hadrianus zamanında, MS.70-71 yıllarında yapılmıştır. Bugün İznik’in kuzeyindeki Atatürk Caddesi’nin surlarla birleştiği yerde olan bu kapı çeşitli dönemlerdeki onarımlardan sonra günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a giden yolun buradan başlamasından ötürü İstanbul Kapı ismi ile anılmıştır.

Kapının önündeki dış kapı ön sura ait olup, iki yanında iki silindirik küre bulunmaktadır. Bir sıra moloz taş, iki sıra tuğla ile yapılmış olan kapının üç yöne bakan birer mazgal penceresi bulunmaktadır. İstanbul Kapısı kuleler arasındaki yolun ortasında olup, yan ve üst söveleri silindirik, koyu renkte granit sütunların hatıllar ve demir kuşaklarla birbirlerine bağlanmasından oluşmuştur. Burada bulunan sövelerin üzerindeki büyük kemer köşe duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Ayrıca kemer ile söve arası da tuğla ile örülerek doldurulmuştur. Üstteki yatay sütunun uçları konsollarla takviyeli olup, dışarıya çıkıntı yapmaktadır. Kapı üzerinde yüksek kabarma olarak yapılmış bir savaş sahnesi görülmektedir. Bu kabartmaların üst kısmında da Pampfilya tipi bir lahit kapağı görülmektedir.


İstanbul Kapısı 2.80 m. genişliğinde, 2.75 m. yüksekliğindedir. Kapının kuzey ve güney cepheleri aynı yapı özelliğini taşımaktadır. Bu kapı orta kapıdan biraz farklı bir eksendedir. Bizans döneminde Theodor Laskaris XIII.yüzyılda buraya bir demir kapı eklemiştir. Ana geçidin her iki yanında 3,50 m. uzunluğunda, 0,90 m. genişliğinde yayalar için iki geçit yapılmıştır. Bu geçitler üzerinde de kurt dişi lentolardan oluşan beyaz mermer bezemeler dikkati çekmektedir. Kapının iki yanına nöbetçi odaları yerleştirilmiştir. Kapının şehre bakan yüzünde bir kitabe olduğu, çivi deliklerinden anlaşılmaktadır. Bu deliklere dayanılarak okunabilen kitabede; “Gaius, Cassius Chrestus’un çabasıyla yapımı tamamlanan bu eseri Prokonsil M. Plancius Varus imparatorların yüce evine ve eyaletin başşehri Nikaia’ya adadı” yazılıdır. İstanbul Kapı’sındaki bu yazıtlar Roma İmparatoru Vespasian (69-79) ve İmparator Titus’un (79-81) müşterek yönetimleri sırasında yazılmıştır. Kitabede ismi geçen M. Plancius Varus İznik’in önemli bir kişisi olup, Bithynia ve Pontus eyaletlerinde prokonsillük yapmıştır.

 


Kapının kuzey ve güney cephelerinde, geçitlerindeki nişler içerisinde Roma döneminde heykellerin bulunduğu, Bizans dönemlerinde de onların yerine fresklerin yapıldığı günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır. Roma döneminde yapılmış olan ana kapının yanında sur duvarlarına bağlanan bir iç avlu, bunun güneyinde de İznik’e girişi sağlayan bir iç kapı bulunmaktadır. Bu kapı 4.15 m. yüksekliğinde, 4.01 derinliğinde iki kanatlı ahşap bir kapı ile kapatılıyordu. Bunun iki yanında da 1.75 m. genişliğinde yayalar için geçitler bulunuyordu. Burada bulunan ve tiyatrodan sökülmüş bir taşın üzerinde de Grekçe; “Düşmanın cüretinin, tanrının yardımıyla, utanca dönüştüğü şu yerde, Hıristiyan dostu krallarımız Leon ve Constantinius, yüz basamaklı bir zafer kulesi yaptırdılar. Coşku içinde giriştikleri bu işi gerçekleştirerek, Nikaia şehrini içten bir gayretle onardılar. Her üne laik saray mabeyincisi patrik Artavasdos’un yapıtın tamamlanmasında büyük emeği geçti” yazılıdır. Ayrıca tiyatrodan buraya getirilen, MS. II.yüzyıla tarihlenen sakallı bir mask da bulunmaktadır. O zamanki inanışa göre bu masklar kenti kötü ruhlardan ve düşmanlardan korumak amacı ile buraya yerleştirilmiştir. İç kapının kuzeybatı yüzeyinden kazınmış bir büst kabartmasının Büyük İskender’e ait olduğu belirtilmektedir.

Yenişehir Kapı


İznik’ten Yenişehir ve Bursa yönüne giden yolun başındaki Yenişehir Kapısı, Roma döneminde MS.I.yüzyılda İmparator Cladius zamanında yapılmıştır. Bu kapı da çeşitli dönemlerde tahrip olmuş ve onarılmıştır.
Yenişehir Kapısı, diğer kapılar gibi üç bölümden meydana gelmiştir. Dışarıdan kente girişi sağlayan ilk kapı ön sura bağlıdır.  Bu kapı da önceki dönemlere ait devşirme parçalardan yapılmış ve surla birleştirilmiştir. Dış kapı 4.20 m. genişliğinde, 5.75 m. yüksekliğinde, 3.10 m. derinliğindedir. Tuğla kemerli kapı ahşap hatıllarla sınırlandırılmış, iç kısımları tuğla ile örülmüştür. Günümüze gelen izlerden kapının iki kanatlı olduğu anlaşılmaktadır. Ana surla bağlantılı orta kapı ise, dış kapının 15 m. kuzeyinde olup, oldukça sade yapı tekniği göstermektedir. Bu kapı 3.50 m. genişliğinde, 5 m. yüksekliğinde ve 3.95 m. derinliğindedir. Roma döneminde yapılan bu kapı kesme taştan yapılmıştır. Kemeri üzerinde sade bir silme görülmektedir. Kapının üst kısımları tamamen yıkılmış olduğundan yeterli bilgi bulunmamaktadır. Doğusunda tuğladan iki katlı silindirik, üzeri kubbeli bir kulesi vardır.Batı yönündeki kulenin yalnızca temel izleri görülmektedir. Orta kapıdaki izlerden Lefke Kapısı’na konulmuş olan kitabenin burada da tekrarlandığı anlaşılmaktadır. İç kapıya kare bir avludan sonra ulaşılmakta olup, bu kapıdan da günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Bunun da antik devşirme malzemeden yapıldığı izlerden anlaşılmaktadır.

Yenişehir Kapıları ile Lefke Kapı’sı arasındaki sur doksan derecelik bir açı ile dönmektedir. Açının bu köşesindeki bir kule içerisinde de Aziz Mikhael’in at üzerinde büyük bir freskosu yakın tarihlerde bulunmuştur. Ancak zamanla bu fresko da tahrip edilmiştir.

İznik surlarının göl kıyısında kalan uzak kesimlerinde de Laskarisler döneminde diğerlerinden çok daha alçak bir ön sur yapılmış ve bunun önüne de gölün suyundan yararlanılarak bir su hendeği kazılmıştır.



Lefke Kapı

Lefke Kapısı, İznik’in doğusunda, Kılıçarslan Caddesi’nin sonundadır. Bu kapı, Osmaneli’ne açılan yoldan ötürü bu isimle tanınmıştır. İznik’in 13 km. doğusundaki Karadin yerleşim yerinden ötürü bir süre “Karadin Kapı” ismi yakıştırılmıştır. Osmanlı döneminde haç yolu üzerinde bulunduğundan ötürü de bir süre bazı gezginler buradan “Şam Kapı” ismi ile söz etmişlerdir.

 İmparator Hadrianus (117-138) bu kapıyı iki yanındaki kuleleri ile birlikte bir zafer takı biçiminde yaptırmıştır.Lefke Kapısı’nın ana giriş kemerinin güney ayağı üzerinde dokuz satırlık bir Grekçe kitabe bulunmaktadır; bu kitabede “Uğurlu olsun, eyaletin başşehri Nikaia Gaius teşekkür eder” yazılıdır. Kitabede ismi geçen kişi büyük olasılıkla Caius (Julius Basus) veya Gaius (Cassius Chrestus)’dur. Kapının kente bakan yüzündeki arşitrav üzerinde iki satırlık bir yazı vardır. Burada, “İmparator Kayser, Tanrı Traianus Parthicus’un oğlu Tanrı Nerva’nın torunu, halkın egemenlik yetkisini kendinde taşıyan (Tribunicia Potestas), Traianus Hadrianus Augustus’a, Augustusların en dindar Neokoru, Dionysos ve Herakles soyundan gelen, Bithynia ve Pontus’un birinci şehri, imparatorların en kutsal senatosunun kararları uyarınca Metropolis olan Nikaia sundu” yazılıdır. Lefke Kapısı’nın kente bakan yüzünde yaya geçişi üzerindeki nişte bir kitabe daha bulunmaktadır. Burada, “Proconsul ve şehrin patronu M. Plancius Varus’u dostu Cladius Quintianus onurlandırdı” yazısı bulunmaktadır. Bu yazıtlardan da anlaşılacağı gibi, Plancius Varus’un bir mermer heykeli bir niş içerisinde bulunuyordu.

Lefke Kapısı’nın batı ve doğu cepheleri aynı özellikte yapılmıştır. Bugün kapının 1.80 m.lik kısmı toprak altında kalmıştır. Kapının iki yanında 0.88 m. genişliğinde, 3.60 m. uzunluğunda yaya geçitleri bulunmaktadır. Bunların ortasındaki yuvarlak kemerli asıl giriş 4.30 m. genişliğinde ve toprak altında kalan kısımlar dışında 3.70 m. yüksekliğindedir. Yan geçitlerde kurt dişi motifli lentoların üzerinde akantus yapraklı başlıklar ve kemerlerle çevrili nişler görülmektedir.
 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Hot Sonakshi Sinha, Car Price in India